Berlin’den hemen sonra otobüse atlayıp Prag’a yol aldık. 3 saat içinde otobüsle yepyeni bir ülkeye gelmek oldukça keyifli bir duygu. Berlin’den sonra Prag tipik Avrupa şehri özellikleriyle bizi karşıladı. Daha otantik binalar, arnavut taşlı yollar, sepya tonlar… Her ne kadar kuzey modernini sevsem de Roma’da Erasmus’unu yapmuş biri olarak bir yanım tabii ki halen böyle şehirleri seviyor. Kaldığımız yer şehrin merkezi olan Praha 1 bölgesinde Chili Hostel adında. İlk başta bize verdikleri odada kalorifer çalışmadığı için bize 2 kişi olduğumuz halde 4 kişilik bir oda verdiler. Baya şanslı başladık. Manzaramız da güzel bir sokak ve güzel bir bar. Biraz dinlenip akşam yemeği için sokaklara düştük. Hiçbir araştırma yapmadığımız için hoş gözüken bir restorana oturduk ve Prag’a özgü yemeklerden Goulash ve Svickova ile ilk akşam yemeğini geçirdik. Yemeğin içinde ekmeğe benzeyen bir hamur yemek ilginçti ama kesinlikle ilk yemek için hiç fena değildi. Denemekte fayda var. Geceyi kaldığımız hostelin hemen yakınındaki Groove Bar’da tamamladık. Groove Bar kesinlikle not edilmeli. Müzikler, inanılmaz kokteyller ve güzel ortam hepsi bir arada. Ne yazık ki Prag bunları bir arada bulabileceğiniz en iyi yer değil. Hele Berlin’den sonra tam bir alternatif mekan yoksunu. Ama tabii biz yine de Prag’ın en önemli çağdaş sanat mekanını bulup, uzak olsa da ziyaret etmeden şehirden ayrılmadık. DOX adlı bu galeri mutlaka ziyaret etmeniz gereken bir yer. Onun dışında Prag güzel sokaklarında yürümek ve sakinleşmek için iyi bir şehir. Oldukça da fotojenik. Berlin’den daha çok fotoğrafı Prag’da çekmişim mesela. Hem de daha kısa zamanda.
Prag’da bir haftasonu geçirdikten sonra Berlin’e dönüp hemen ertesi gün de İstanbul’a döndüm.
Bakalım bir sonraki yolculuk beni nereye götürecek.
2